Sene 1942. Evdekiler duvarın yanında yatmaktan, durmaktan, oturmaktan korkuyordu. Herhangi bir düşman işgalinde duvarın yanında olduklarında ölmeleri daha kolaydı.
Hatta bunun için aldıkları en büyük önlem evin avluya bakan birçok penceresinin bulunmasına rağmen, sokağa bakan hiçbir pencerenin olmamasıydı. Bu duvar korkusu, evin çocuklarının gelecekteki korkularından birisi olacaktı.
Adam, halktan birçok kişinin yaptığı gibi tarladan buğdayları makasla kesmeyi istemedi. Bu yüzden tek çare Semetli’den ... Ağalar’ın değirmenine gitmekti. Telaşla birkaç arkadaşıyla gece vakti at arabasına buğdayı yüklediler. Ayrılacakları sırada, uzaktan bir Bulgar askeri belirdi. Tam onlara yaklaşırken adam çevik bir hareketle at arabasına atladığı gibi atına bir fiske vurdu. Canı yanan at hızlıca karanlığa doğru ilerlemeye başladı. Arkasından Bulgar askeri bağırıyordu. “Stoy!”(Dur!). Adam, askeri atlatmıştı. Buğdayı çalmıyordu. Evde aç kalan ailesi içindi bunlar. Bulgar işgalindeki Yunanistan’da yaşayan Türk ailesi, korkuyla evin reisinden gelecek buğdayı bekliyordu. Adam evin avlusuna sessizce girdi. Evin hanımı buğdayları kapının yanında duran küplere koydu. Ev halkının karnı doyduktan sonra o küpler evin altında bulunan küçük bir bölmeye saklanacaktı. Bulgar askerinin bulamaması için. Aile kuru yemeklerini yerken her akşam olduğu gibi evlerden teneke sesleri yükseliyordu. Bu sesler bir kutlama için değil; insanların korkularını bastırmak içindi.
Yunanistan'da penceresiz duvarlı Türk evi
Yunanistan İşgal Altında
Ekim 1940’ta Yunanistan’a saldıran İtalya başarılı olamayınca, Alman Lider Adolf Hitler ve ordusu hızlı bir “Yıldırım Savaşı” taktiği ile II. Dünya Savaşı sırasında Nisan 1941’de ülkeye girdi. Mayıs ayının ortalarına doğru Yunanistan; Almanya, İtalya ve Bulgaristan olmak üzere 3 farklı devletin işgali altında kalmış. İşgal altında kalınan süre boyunca açlık ve salgın hastalıklardan dolayı 300,000 kişi öldü. Bu durumdan sadece Yunan halkı değil; orada yaşayan Gümülcine, Dedeağaç, Sofullu ve İskeçe’nin %86’sını oluşturan Türk azınlığıda etkilendi. Ekim 1944’te Almanya’nın ana topraklardan geri çekilmesiyle son bulan savaştan sonra ülke yavaş yavaş toparlanmaya başladı.
Yunanistan'dan Türk evi ve avlusu
“Bekledim de gelmedin…”
“Bekledim de gelmedin…”
Takvim, 1974 yılının Mayıs ayını gösteriyordu. Yunan kasabasında iki süt mamulleri satan dükkan yan yanaydı. Soldaki, inatçı ve pişkin Stelyo Drako’ya aitti. Sağdaki ise, “Sütçüler” olarak tanınan Türk ailesinin işlettiği bir dükkandı. Stelyo, her zamanki yaptığı gibi öğle vaktinde dükkanının önünde oturmuş, alaycı gülümsemeyle; yan dükkanı işleten ve kendi milletinden olan Yunan vatandaşlarının bile oradan alışveriş yaptığı için kıskançlık duyduğu Türk komşusunun duyması için yüksek sesle şarkı söylüyordu. Zeki Müren’in söz yazarı olduğu şarkı: “ Bekledim de gelmedin. Sevdiğimi bilemedin. Gözyaşımı silemedin…” Bu şarkı Kıbrıs için söylenirdi ve diğer amaç Türkler’i kışkırtmak, komşuyla tartışma çıkarmaktı. Çünkü Türkler kavga çıkarttığı anda mahkemeyi boylardı. Bu sebeple, Sütçü ... dayanıyorlardı. Dayanmak zorundalardı. Akrabaları, malı mülkü, herşeyleri buradaydı. Sadece o değil; doğdukları, çocukluklarını yaşadıkları bu kasabaydı. Bu durum da ağır şekilde ayrıcalıklı olarak yargılanmasına yol açardı. Böylece Drago’nun ekmeğine yağ sürülürdü. Stelyo Drago, şarkısı bitince yine o pişkin gülüşüyle Türk komşusunun en büyüklerinin yanına geldi.
Drago: “Mari ... Aga, sana bir teklifim vardır. Bilirsin, babam burada jandarmadır. Gel seninle ortak olalım. Sen çalış ailenle, bende parayı alayım. Senin karın burada bir Türk olarak rahatça iş yapmak olsun.” ... Aga sinirini bastırmaya çalışarak; bir hışımda ayağa kalkar; “Bu teklifi duymadın ben Stelyo! Kabul etmiyorum.” Bu kabul etmeyiş; 2 mahkemeye, miktarı unutulan dirahmilere (Eski Yunan parası), o dükkanın kazandığının neredeyse 2 katı misli 83 İngiliz altınına ve hemen hemen her gün türlü bahanelerle dükkanın önüne kırmızı şerit çekilmesine sebep oldu. Bu bahaneler ise süte düştüğü idda edilen ama görünmeyen sinek, dükkanın her üç saatte bir silinmesine rağmen giriş kapısının üzerindeki toz şeklindeydi. En son olan ve belki de en utandırıcı olayı ise gider borusuyla patlak verdi. Yunan polisi dükkanın kanalizasyonunu kullanmaya izin vermiyordu. Bu yüzden, bu gideri başka bir yere göndermek için dükkanın için de birçok çukur kazdırdılar.
Tuvalet Duvarına Ceza
Devlet tarafından yapılan bu bıktırma uygulamaları bununla sınırlı değil. O yıllarda, Türk’ün Türk’a mülk satması yasaktı. Ancak bir Yunan’a satabilirdi. Türkler ise, genelde babadan kalma evlerde yaşıyor, devlete dayanabildiği kadar yine babadan kalma dükkanı işletiyordu. Aynı zamanda bir Türk’ün evini onarması ve bir ev, baraka veya kulübe yapması yasaktı. Bir Türk’ün tuvaletinin aşınan duvarı çökmüştü. Yunan hükümeti bunu dahi onarmasına izin vermiyordu. Amaç ise açıkça ortadaydı. Türk, tuvalet bu haldeyken burayı kullansın sonra da örf kurallarına uymamaktan dolayı ceza kesilsin ve Türkler barbar olsun, utandırılsın. Türklerden devlet tarafından alınan haksız paraların da sınırı yoktu. Bir Türk, kendi tarlasına küçük bir barınak yaptırmış. Yunan hükümeti, Türk’ün kendi toprağına kendisinin yaptırdığı barınak için her ay kira alıyordu.
“Sizi lahana gibi kecekler.”
1974 yılında 7-8 yaşlarında iki kız çocuğu sokakta oyun oynuyordu. Birisi Türk, diğeri ise Yunandı. Yunan olanın annesi bir anda sokağa fırladı. Kızının elini kavradığı gibi eve doğru sürüklemeye başladı. Eve girmesi beklenirken arkasını döndü ve Türk kız çocuğuna doğru yöneldi. Kaşları çatıldı. Kadın; “Sizin Türkler hiç korkmuyorlar mı? Burada kendi halkları var. Sizi lahana gibi kesecek bizimkiler.” Küçük kız durumu pek anlayamadı. Yunanlı kadına bunları söyleten Türkler’in Kıbrıs’ın belirli bölgelerini almasıydı. Tüm Türk evlerinde herkesin kulağı radyodaydı. Radyolar, kısık sesle dinleniyordu. Bir Türk kadını sürekli kendisine kin güden Yunanlı kadının kapısının önünden geçtiğini gördüğünde radyonun kısık sesini inatla yükseltiyordu. Gittiğini anlayınca korkudan tekrar kısık sese dönüyordu. Diğer evden Türk bayrağı altında yaşamaya hasret kalmış bir yaşlı kadın, yine kısık sesle torunlarına yazdığı şiiri okuyordu.
“Yunan Yunan kara yılan,
Türk’ün askerine durdun divan.
Yunan’ın kuyruğuna taktık teneke.
İki günde aldık biz bu dünekeyi.”
Türkler’in Yunanlılara Olan Her Başarısı Tehdit Unsuru
Yaşanan sevinç, özellikle bastırılmaya çalışılan azınlık Türk halkının içindeydi. Aslında Türk devletinin Yunanistan’a karşı olan her adımı onlar için bir tehdit unsuruydu. Kıbrıs’ın Yunanlılar için söylediği şarkıya karşılık artık Türkler de kulaktan kulağa dağıtacakları yeni bir şarkıyı söylüyorlardı. Yaşar Özel’den; “Bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim. Beni bekliyorsan uyumamışsan, sevinçten kapında ölebilirim.” şarkısıydı.
Türkler’e Yasak Bölge
1993’ten 1995’e kadar sözde “Kuzey’ den kominist sızmasını önlemek” gerekçesiyle Türk köylerinde uygulanan “Yasak bölge” Yunan politikası ilginçtir. Belirli Türk köylerine giriş ve çıkış yasaktı. Oysa uygulandığı dönemdeki asıl işlevi; Pomak Türkleri’ni, yaka ve ovada yaşayan Türk azınlıktan ayırmak, cahilleşmesini ve fakirleşmesini sağlayarak eritmek/asimile etmektir. Bu bölgeye giriş ve çıkışlar özel pasaportla sağlanıyordu.
Eğitimin Zayıflığı
Askere gelen Türklere ise asimile etmek Yunan Devleti için kaçınılmazdı. Bunu ise bir Türk’ün müslümanlığı terk edip, hristiyan olması karşılığında uyguluyordu. Türk hristiyanlığı seçtiğinde ona ev, araba, çalışması için orta halli bir iş ve askerlikten muafiyet veriyordu. Kısacası kendi vatanını ve dinini mal mülk karşılığında kabul ettirip, Türkler üzerindeki politikasını gerçekleştiriyordu.
Türkler’in oradaki eğitimleri çok zayıf. Bir zamanlar Türk hükümeti Yunanistan’da öğretmenlik yapması için birçok kişi yollarken bir süre sonra Yunan hükümeti buna izin vermemeye başladı. Kendisinin Türkler’e eğitim vermek için özel olarak yetiştirdiği, birkaç sene, eğitim verdiği ve ufku geniş olmayan Yunan eğitmenleri Türk öğrencilerine atıyordu. Bu durum bir Türk azınlığı gençliğinin de erimesine ve gelişememesine yol açıyordu.
Türk’ün Yunan Generali Sırtında Taşıması
Türk- Yunan düşmanlığı hep bu şekilde devam etmedi. Yunanistan’daki iç savaş sırasında Ferhat Dayı askerlik yapıyordu. Görevi ise ölüleri taşımak. Savas alanında General Gizikis’in yere düştüğünü görüyor. Ağır yaralı olan generali sırtında 2 km boyunca taşıyor. Genaral Gizikis’in hayatı Ferhat Dayı sayesinde kurtuluyor. Aradan geçen 4-5 yıldan sonra Cumhurbaşkanlığı’na yükselmiş olan Phaidon Gizikis, Ferhat Dayı’nın yaşadığı Gümülcine kasabasına özel bir ziyaret dolayısıyla geliyor. Gizikis’in geleceğini öğrenen Ferhat Dayı sabahı zor ediyor. Korumaların etten duvar ördüğü Cumhurbaşkanı Gizikis’in yanına kimse yaklaşamıyor. Kalabalığın içinden bir ses ve sürekli şapkasını sallayan bir kol; “… sayılı askeriniz emrinizdedir generalim.” Gizikis aniden arkasına dönüyor. Hemen Ferhat Dayı’yı korumaları tarfından yanına getirtiyor. Kısa ama öz bir sohbetten sonra şehrine geri dönen cumhurbaşkanı, hayatını borçlu olduğu bu adama özel bir rozet yaptırıp yolluyor.
Git ve Bir Daha Gelme
Ülkeyi siyasi olarak bu kadar çok çevreleyen insan haklarına rağmen, hala Türkler’e karşı olan tutumlar değişmiş değil. Bundan 20 yıl kadar önce sayısız Türk’ün, Yunanistan’dan Türkiye’ye giriş yaparken; “Git ve bir daha gelme.” politikasından dolayı nüfusları silindi. Türk nüfusuna da geçmekte zorlanan hatta geçemeyen Türk asıllı birçok vatandaş şuan hala vatansız olarak ülkede bulunuyor.
Dayanışma Derneği
Etnik kimlik, ifade özgürlüğü, eğitim, müftülükler, demografik yapı, ekonomik baskılar ve ayrımcılık gibi birçok soruna sahip Batı Trakya Türkleri’nin Türkiye’deki en büyük dayanışma gösterdiği yer “Batı Trakya Dayanışma Derneği”. Türkiye’de yaşamak zorunda bırakılmış, bölgedeki haksızlıklar, baskı ve zorbalığın sonucu olarak doğmuş olan dernek, Batı Trakya’dan gelen ve orada yaşayan Türkler’e mümkün olduğunca yardım etmeye çalışıyor. Yapılan çalışmalar özellikle Türk Devleti’nin oradaki Türk azınlığı konusunda etkili olmuş.
Dernek Kurucuları
Batı Trakya’dan göç eden birçok Türk’ten dinlediğim anektodlardan sonra benim de Yunanistan’da yaşadığım bir olay var. Sene 2005. Büyükbabamla bir Yunan kahvesindeyiz. Arka masamızda oturan adam telefonla konuşuyor. Yunanca; “Dimitri, nerede olduğumu tam olarak bilmiyorum. Bekle. Buradaki birisine sorup yolu tarif edeceğim.” Etrafında kimseyi göremeyince bize türkçe soruyor; “Burayı arkadaşıma nasıl anlatabilirim?” Büyükbabam; “Türk Gençler Birliği binasının yanı diyebilirsiniz.” Adam telefonda konuşmaya devam ediyor;”Müslüman Gençler Birliği binasının yanındaki kafedeyim.”
İnsanlar bir gün kanlarına işlemiş olan ırkçılık mikrobundan kurtulursa belki Türk-Yunan ayrımı da kalkar. Adamın “Türk” demeyecek kadar kininin oluşmasının nedenini kimse bilemez. Belki savaşta ölen dedesi, belki her Yunan gibi etrafta duydukları, Yunan çocuğu gibi öğretmenlerinden işittikleri ya da küçükken bir Türk çocuğundan yediği dayak.
KOMŞULARIN DOSTLUKLARININ HİÇBİR ZAMAN ÖLMEMESİ DİLEĞİYLE...
Okuduğunuz yazı, çeşitli kişilerin anlattığı anılardan derlenmiştir…
Okuduğunuz yazı, çeşitli kişilerin anlattığı anılardan derlenmiştir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder